Sanatçının Farklı Stilinin Özelliği Nedir? Neden Ülkemizde İlk ve Tektir?

Sanatçı, alışılagelmiş olan caz müziği gruplarındaki (her enstrümanın eşit süreyle soloları paylaştığı) icraların tamamen dışında çok farklı bir tarz gerçekleştirmektedir. Gerek virtüözce sergilediği stiliyle, gerekse son derece nitelikli müziğiyle ve daima övgü topladığı mükemmel ses tonu ile birlikte, alışılagelmiş olan grup içi solo paylaşımlı caz müziği icralarının tamamen dışında farklı bir tarz gerçekleştirmektedir. Seslendirdiği müziklerde baştan sona kadar bir konçerto çalar gibi müziğin tüm zorluk ve sorumluluğunu üstlenip, kesintisiz ve yoğun bir solo performans sergileyerek bu alanda “Türkiye’de bir ilk”i gerçekleştirmiş, dünyaca ünlü ve önemli otoriteler tarafından çok onurlandırıcı kritikler almıştır.

“Çok beğenerek dinliyorum. Mihriban Aviral’in performansı, kıvrak tekniği, müzikalitesi ve özellikle ses tonunu çok beğendim.”


Dünyaca ünlü flüt sanatçısı Sir James Galway

“Mihriban Aviral, müziğimi çalmaya cesaret eden ilk flüt sanatçısı… Onu ilk dinlediğimde müzikal olgunluğu, mükemmel tekniği ve çok etkileyici ses tonuna hayran kaldım. Ve özellikle prodüktörü olarak bu CD’de yer almak istedim. Onunla çalışmak büyük zevkti.”


Grammy ödüllü flüt sanatçısı Nestor Torres

Benim İçin Müzik

“Benim için müzik, bir meslek ya da hobi değil, yaşamın ta kendisidir. Flütüm ise enstrümandan çok ötede, bedenimin bir parçası, uzantısıdır.” M.A

Müziğe ilkokul yıllarında okul harçlıklarıyla aldığı tahta flütlerle başladı. Annesi piyano ya da keman çalmasını istiyordu. Ancak onun gönlü, keman ya da piyanoda değil, flütteydi. O günden sonra tek amacı konservatuvara girip flüt öğrenmek oldu.
Konservatuvar ve sonrası orkestradaki ilk yıllarında tüm dünyanın çok iyi tanıdığı ünlü virtüöz, Sir James Galway’in flüt çalmadaki ustalığından çok etkilendi ve devamlı onu dinledi. Bir gün Galway’in, albümüne övgüler yağdıracağından habersizce onun büyük hayranı oldu.
Ankara Devlet Konservatuvarı’nda başlayan bu müzik yolculuğu, birincilikle kazanılan sınav sonucuyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na katılma hakkıyla devam etti, Avusturya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerde uzun yıllar başarılarla sürdürülen yoğun akademik bir müzik kariyeriyle de taçlandırıldı.
Aldığı ‘Master Class’, ‘Perfection’ ve ‘Konser Solistliği’ gibi akademik eğitimlerle klasik müzik çalışmalarını bir üst basamağa taşıdı. Yirmibeş yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda büyük bir aşkla mesleğini icra etti.

Uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda görev yaptıktan sonra, ciddi bir akciğer rahatsızlığı geçirerek çok sevdiği flütten bir yıl kadar ayrı kaldı. Bu süreçte Nestor Torres’in müziğiyle tanıştı. Çok iyi ve parlak bir dönüş ve sonrasında bir süre birlikte götürdüğü orkestra ve Latin Caz çalışmalarındaki uğraşı dolu süreç sonunda orkestradaki görevini noktalayarak Türkiye’de ilk ve tek Latin Caz solisti oldu.
Dünyada bu tarz müzik yapan “nitelikli” bir ya da iki örnek ancak mevcutken Mihriban Aviral, ülkemizde bugüne kadar hiç gerçekleştirilmemiş olan “Latin Caz tarzında solo flüt çalan” önemli bir örnek olarak, “ilk ve tek” olma özelliğini onurla taşımaktadır.

Benim İçin Müzik

Farklı bir tarz.

Akademik klasik müzik eğitimi üzerine, uzun yıllar içinde edindiği birikimleriyle birlikte Latin Caz bir araya geldiğinde, ortaya sıra dışı güzellikte bir müzik çıkıyor olması, hakkında sıkça yapılan kritiklerde dile getirilmiştir. Sanatçı, gerek virtüözce sergilediği stiliyle, gerekse son derece nitelikli müziğiyle ve daima övgü topladığı ses tonu ile birlikte, alışılagelmiş olan grup içi solo paylaşımlı caz müziği icralarının tamamen dışında farklı bir tarz gerçekleştirmektedir.

Seslendirdiği müziklerde baştan sona kadar bir konçerto çalar gibi kesintisiz ve yoğun bir solo performansı sergileyerek bu alanda Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiş, dünyaca ünlü ve önemli otoriteler tarafından çok onurlandırıcı kritikler almıştır.
Dinleyen herkesi kıvrak müziğiyle kısa sürede etkileyen sanatçı, bu özellikleriyle yurt içi ve yurt dışındaki çeşitli festivaller ve organizasyonlar çerçevesinde gerçekleştirdiği salon ve açık hava Caz - Latin Caz konserlerinde ve yazılı/görsel medyada büyük ilgi toplamaktadır.

Farklı bir tarz.

Neden Caz ve Türkü?

“Latin Halk şarkılarını Latin caz formunda dinlediğimde, Latin halk şarkılarından bunlar çıkıyorsa bizim türkülerimizden kim bilir neler çıkar diye düşündüm. Bizim o kadar zengin ki halk müziğimiz, her yöremizin türkülerinin ayrı bir rengi ve güzelliği var. Farklı kültürlerin birlikteliği beni daima büyüler. Beraberliklerinin bir bütünlük oluşturduğuna inanırım. Tıpkı büyük bir mozaik gibi… Bana göre farklılık, ayrıştırıcı değil, ayrıcalıktır, zenginliktir ve her birinin bir değeri vardır. Farklılıklar bulunduğu oluşumun içine kendi değerini katar, bu çok büyük bir kültür zenginliğidir. O değerlere saygı duymak gerekir. Dolayısıyla kendi türkülerimizi evrensel formlara getirmek gerekir ki, başka toplumlar da bizim güzelim halk şarkılarımızı keyifle dinleyebilsinler. Farklılıklar bulunduğu oluşumun içine kendi değerini katar, bu çok büyük bir kültür zenginliğidir. O değerlere saygı duymak gerekir. Dolayısıyla kendi türkülerimizi evrensel formlara getirmek gerekir ki, başka toplumlar da bizim güzelim halk şarkılarımızı keyifle dinleyebilsinler. Farklılıklar bulunduğu oluşumun içine kendi değerini katar, bu çok büyük bir kültür zenginliğidir. O değerlere saygı duymak gerekir. Dolayısıyla kendi türkülerimizi evrensel formlara getirmek gerekir ki, başka toplumlar da bizim güzelim halk şarkılarımızı keyifle dinleyebilsinler.İşte ben halk müziğimizi bu formda insanlara sunuyorum. Bu düşünceden çıktı ‘CanJazzım Türküler’.” M.A.

Neden Caz ve Türkü?

Yakından Bakınca

"Harçlıklarımı biriktirip tahta flüt alarak başladım flüte, aşkımız böyle başladı”

Ben bu dünyaya bu işi yapmak için gönderildiğimi düşünüyorum. Buna inanıyorum çünkü ben sanatçı bir aileden gelmiyorum. Ailelerde, doktor ebeveynin çocuğu “genellikle” doktor olur, avukat ailenin çocuğu avukat olur, bu öğrenilmiş bir gelişimdir. Bende öyle bir yönlendirme olmadı, çünkü ailemde sanatçı, müzisyen yoktu. İlkokulda çok nitelikli ve geniş vizyon sahibi ilkokul öğretmenimin annemi çağırarak yönlendirmesiyle başladı hikâye. Annem de kendi gençliği ve çocukluğunda çok istemiş keman çalmayı konservatuara gitmeyi. Fakat o dönemde dedem izin vermemiş, annemin de çok içinde kalmış konservatuvar hayalleri. Fakat annem, “Bu çocuğu mutlaka konservatuvara göndermelisiniz” diyen ilkokul öğretmenimden de öyle coşkulu bir destek görünce, o motivasyonla konservatuar sınavlarına girmemi sağladı. Tahta flüt alma hikâyeleri daha ilkokul 2. - 3. sınıf. Herkes harçlıklarıyla gider çikolata, şeker alır, ben tahta flüt alırdım. Annem “Kızım nereden çıktı bu? Sen de herkes gibi piyano ya da keman çalsan daha iyi olmaz mı?” der gider flütü bir yere kaldırırdı. Ben de aldıklarımı ondan saklamaya başladım. Bir zaman sonra ev değiştirmeye kalktık. Taşınırken çeşitli yerlere saklanmış 8, 10 tane flüt çıktı.

Peki konservatuar yıllarında sınava girerken orada da flütü hedefleyerek mi girdiniz?

“Sen sınavları kazandın hangi enstrümanı çalmak istiyorsun?” dedikleri zaman flüt demiştim. İşte o andan sonra yaşamım flüt etrafında şekillendi. Herkes hocaların vereceği kararla enstrümanını seçerken benim flüte doğru hedeflenmiş olmamın bir nedeni olmalı diye düşünüyorum. Bu benim içimden gelen aşktı ve buna kapıldım böyle de gitti.

Biraz zaman zaman atlayarak gideceğim ama hayatınızın bir döneminde de keşke piyano demişsiniz.

Yıllar önce çok önemli bir rahatsızlık geçirdim. 10 ay kadar teşhis konamadı, zatürre şeklinde başladı. Böyle bir on ay geçti. Bu rahatsızlık akciğer rahatsızlığıydı. Flüt de nefesli enstrüman, akciğerlerimle alakalı. Ben o dönem çok uzun bir süre flütten uzak durmak zorunda kaldım ve bu beni mahvetti. Tekrar flüt çalamayacağım korkusu endişesi beni çok yıprattı. Neyse ki sonra her şey düzeldi. İşte o zaman dedim ki “eğer nefesli enstrüman olmasaydı benim çaldığım enstrüman annemin dediği gibi keman ya da piyano çalmış olsaydım o dönemde çalışmaya daha erken dönebilirdim”. Ama flütün yeri apayrı tabii ki. Ben bir daha bu dünyaya gelsem yine flüt sanatçısı olmak isterim. Zaten benim yaptığım iş, iş değil aşk!

"Uzun süre onu hayranlıkla dinledim ama tabi o zamanlar, yıllar sonra onun da benim albümüme çok hoş bir yorum ve hayranlık belirtecek bir eleştiri yapacağından habersizdim”

Sir James Galway’le. Şimdiki tonunuzu bulmakta temeli oluşturan o muydu?

Evet çok etkilendim ondan. Onun ses tonu müthiştir. 30 kişi çalsa bakmadan, görmeden, duyarak bu onun tonudur derim zaten. Yani bizde flüt ses tonu parmak izi gibidir, kimseninki kimseye benzemez. Ben de Sir James Galway’den çok etkilendim. Hatta ondan önce, daha eski jenerasyonda Jean Pierre Rampal vardı. Öğrenciyken ilk onu tanıdım zaten. Onun bir sözü, hocamın da bizlere söylediği söz hep kulağımda kaldı. “Ben günde 12 saat flüt çalıyorum, çalışıyorum, dünyanın en iyi flütistiyim. Siz 13 saat çalışın benden daha iyi olun.” dermiş. Orkestraya girdiğimde asıl eğitimim orada başladığını gördüm. Sir James Galway’yi artık öğrenmiştim. Daha fazla dinlemeye başladım. Neyi nasıl çaldığına daha dikkat etmeye başladım. Sonra ses tonunun geliştirmenin gerekliliğini inandım. Ses tonum iyiydi, beğeniliyordu ama bana yetmiyordu. Mevcut olanla yetinmeme durumu söz konusu ama bu sizi ileri götüren önemli bir şey. Asla tamamım, oldum dememeli…

Sir James Galway’in sizi çeken ayrıştırıcı şey neydi?

Ustalığı!… Ustalık!… O kadar zor şeyleri öyle kolaymış gibi çalıyor ki, işte ustalık budur. Ben de bir repertuar oluştururken çok basit şeylere kaçamıyorum, o beni mutlu etmiyor. Teknik ve müzikal zorluklar içeren müzikler, repertuarımın büyük bir kısmını kapsar. İşte o zorlukları, müziği dinleyen herkesin, olan biteni fark etmeden müzikten keyif almasını sağlayacak hale getirmek ustalık işidir. Yıllarca teknik çalışmış, yıllarca ses üflemiş, her şeyi kolayca halledebiliyor hale gelmiş insanın yaptığı ve sunduğu bir iştir ustalık. Tekniği, müzikalitesi, zarafeti, bir parçayı çalarken yaptığı yorumu, kişinin birikimi, becerisi ve deneyiminin yanı sıra, kendi kişiliğiyle de alakalıdır. Yani siz kendi kişiliğinizi yansıtırsınız ona. Aynı parçayı 10 kişi çalsın 10 farklı yorum çıkar ortaya.

Onunla nasıl tanıştım?

Sir Galway bir Avrupa turnesine çıktı birkaç yıl önce. Türkiye’ye, Ankara’ya da geldi ve ben koşarak konserine gittim. O zaman ilk CD’mi çıkartmıştım, bir iki yıl kadar olmuştu çıkaralı. Sir Galway’in konserinde bir öğrencime vermek üzere CD’im yanımdaydı, öğrencime konserde buluştuğumuzda CD’mi vermek üzere söz vermiştim. Yanımda olmasının bir nedeni varmış demek. O CD’imi Sir Galway’e hediye ettim. Hayatıma Latin jazz’ın nasıl girdiğini ve 25 yıl sonra orkestrayı bırakarak solist olduğumu söylediğimde benimle çok ciddi ilgilendi.  Çünkü kendisi de Berlin Filarmoni’de uzun süre flüt çaldı daha sonrasında orkestradan ayrıldı ve solist olarak devam etti. Bence her solistin orkestradan geçmiş olması gerekir. Çünkü birlikte müzik yapmaya alışmak ancak orkestra içinde gelişir. O disiplini sadece orkestrada edinirsiniz. Sadece solist olarak çalışan müzisyenler, orkestra berberliğinde her zaman bir orkestracı kadar iyi olmayabiliyorlar. Bazen öyle durumlar olur ki, solist alır başını gider, orkestra onu yakalamaya çalışır. Ama orkestra içinden çıkan bir sanatçı bu disiplini, bu eğitimi aldığı için etrafını tam anlamıyla kollayarak müzik yapabilir. Bu özellik, orkestrayı da, ork.şefini de rahatlatan olumlu bir şeydir. Sanırım Sir Galway de benimle bu yüzden daha ciddi ilgilendi. Ben CD’mi çıkarttım ama Caz müziği dedim Latin Caz. Öyle mi dedi ben de çok seviyorum “Bana mı veriyorsunuz” dedi. "Evet” dedim. Kime niyet, kime kısmet. Aldı ceketinin iç cebine koydu. “Dinlerim ben” dedi. Ben de, uzun bir turnede, herhalde CD o ceketin cebinde kalır diye düşündüm. Aradan bir ay kadar bir zaman geçti. Bir gün bir baktım Facebook’tan beni bulmuş ve bir mesaj yazmış. “CD’nizi dinledim, çok beğendim, tebrik ederim. Herkesin sahip olması gereken çok güzel bir CD olmuş” diye yazmış. Uzun bir turne esnasında, yeni tanıştığı bir flüt sanatçısına, müziğini dinleyerek böyle bir geri dönüş yapmış olması büyük incelik gerçekten. Orkestrada olmak ve bunu 25 yıl sürdürebilmek gerçekten hiç kolay değil. Ama ben çok şanslıydım, orkestranın en parlak dönemini yaşadım. Benden önceki dönem çok kısıtlı yokluklar yaşadı. Ben girdiğimde çok büyük devlet desteği görüyorduk. Bu; Dünya’nın en iyi şeflerini en iyi solistlerini getirtebilme imkânı demektir. Öyle olunca aklınıza gelebilecek her türlü ünlü şeflerle ve ünlü solistlerle çalıştım. Onlarla birlikte müzik yaptım onlardan bir çok şey öğrendim, sohbetler ettim. Ben orkestranın en parlak dönemi yaşamışım o tadı almışım.O zamanki durum değişip, daha kısıtlı bütçelerle devam edildiğinde, ne yazık ki gelen yabancı şef ve solistlerin de nitelikleri değişti. Dedim ya, ben bu işi aşkla yapan bir insanım, salt işe dönüşürse mutlu olamam. Yaptığım şey bana bir doyum sağlamazsa ben bunu neden yapayım? Aklımda bu soru ve o sıralarda yeni heyecanım olan caz & latin caz müziği, bana orkestradan ayrılma kararını getirdi. Bir dönem ikisini birlikte yürütmeye çalıştım ama mümkün değildi. Her gün orkestra provaları, haftada iki akşam konser ve diğer tarafta benim Latin caz projesi konserlerim oluyordu. Senfoni orkestralarının zorluğu şudur; Her hafta program değişir, şef, solist değişir, her şey değişir. Dolayısıyla her hafta yeni programı yeniden çalışır, öğrenirsiniz. Devamlı yoğun dikkat vermeniz, çok vakit ayırmanız gerekir.

Hayatımı etkileyen ikinci flüt ustasına gelecek olursak:

Eski yıllarda CD'ler kullanılırdı ve acak bir şey yoktu benim için. O zamanlar Türkiye’de CD bulmak çok zor. Yurt dışına turnelere gidişlerimizde hep CD’ler toplar getirirdim. Bir seferinde de farklı bir flüt CD’si gördüm. CD, Grammy ödüllü flüt sanatçısı Nestor Torres'in Latin caz müziğiydi. Klasik müzik değildi, enteresan geldi, alayım dedim. Bir dinledim ki çok değişik ve güzel bir müzik ama o sıralar farklı müziklerle ilgilenmek için çok vaktim olmazdı. Daha sonraları fırsat bulduğumda da dinlemek için tercihim öncelikle o CD oldu. Dinledikçe çok daha hoşuma gitti. Hoşuma gittikçe daha çok dinledim ve sevdim. O dönem bu müzik beni çok etkiledi. Ama bu müzik gerçekten başka bir şey, yani coşku var, yaşam sevinci var, kısacası müthiş.
Aradan epey bir zaman geçti ben bu parçaları çok sevmeye başladım. Sevmeye başladıkça da çalmak istedim. Oturdum 5 tane parçasını tek tek dinleyerek notaya aldım. Sonra onun alt yapısını bir stüdyoda yaptırdım ve üstüne canlı olarak çalmaya başladım. Telif hakları o zaman Türkiye’de yeni yeni etkili olmaya başlamıştı. Telif için yazıştım kendisiyle ve böylece bir tanışıklığımız başladı. “Ben sizi dinleyebilir miyim? Çok merak ediyorum. Benim müziğimi daha önce bana kimse çalmadı, müziklerim çok zordur çalmaya da cesaret eden olmadı. Mümkünse bir Skype görüşmesi yapalım” dedi. Skype görüşmesi yaptık ve ben çaldım. “Çok etkilendi, izin ne demek, gelin bunu size bir CD yapalım” dedi. “Ben de prodüktörünüz olmak isterim”. “Hem tekniğiniz çok iyi hem flüt tonunuz çok güzel, müzikalite mükemmel” dedi. Çıktı geldi. İstanbul’da dört gün süren kayıtlarda, 11 parça yaptık. Bir parçayı da kendisiyle düet yapmak istediğimi söylediğimde güzel bir düet yazdı. Parçanın adını benim koymamı istediğinde, İstanbul’da bir araya geldiğimiz için “Latin Dream’s in İstanbul” adını uygun buldum.